TEK BAŞINA LİZBON

1- ULAŞIM: THY ile direkt uçuşlar var. Ben kongre nedeniyle seyahatimi 5 ay önceden planladım. Ekonomik olsun diye indirimli sitelerden (bravofly) aktarmalı bilet aldım. Alitalia ile Roma aktarmalı gittim. Roma da 4 saat ara vardı. 30 dakikada direkt Roma’ya giden Leonardo Ekspress (14 euro tek yön) ile şehre gidip gezme fırsatım oldu. Dönerken KLM ile Amsterdam aktarmalı döndüm. Süre kısaydı. Şehri gezemedim. Varış saatleri lokal saat ile. Roma ile 1 saat; Lİzbon ile 2 saat farkımız var. Örneğin saat 10’da Lizbon’a varış gözüküyorsa, bu Türkiye saati ile 12 oluyor. Hava alanından otobüs var ama taksi ile daha kolay. Bagaj başına ek ücret alınsa da, 10-13 euro civarında tutuyor. Taksiler gece ve tatil günlerinde az bir miktar ek alıyor. Şehir içinde metro, tramvay, tren ve otobüs hatları yoğun ve birbiri ile bağlantılı.

2- KONAKLAMA: Lizbon’da oteller genellikle Marquea de Pombal meydanı çevresinde. Ben de Fenix Garden otelde (3 yıldız) kaldım. Rezervasyonumu booking com dan yaptım. Belirli bir tarihe kadar ücretsiz iptal seçenekleri var. Çok lüks olmamakla birlikte temiz ve kahvaltısı güzel. Personel cana yakın ve yardımsever. Daha lüks olsun diyorsanız aynı meydanda Shearton ve Ritz de var. Bu meydanda metro istasyonu, otobüs durakları ve gezi otobüsleri var. Otelden taksi çağırıyorlar Turistik bölgelere ulaşım 5-6 euro civarında. Kongre merkezi 7 euro. Şehri öğrendikten sonra yürüyerek gezebiliyorsunuz. Ben son 2 gün öyle yaptım. Böylece daha iyi tanıma şansı oluyor.

3- YEME-İÇME: Portekiz mutfağı deniz ürünleri üzerine kurulu. Et yemekleri de var tabii ama ben de deniz ürünlerini tercih ettim. Genellikle yemeklerden önce aperatif olarak beyaz porto şarabını tercih ettim. Yanına yağ, peynir ve ekmek getiriyorlar (0,80-1 euro). Yemekle birlikte ev şarabını tercih ettim. Bacalhau denilen tuzlanmış morina balığı, soğan ve patates ile hazırlanan yemeği birkaç farklı türde yedim. Kremalı olanı da denedim (Rossio meydanı- Nicola ve Bairro alto- Das Gaveas) . Bana biraz yağlı ve tuzlu geldi. Ama gitmişken yememek olmaz. Denize girmek için gittiğim Cascais’de değişiklik olsun diye Hint lokantasına gittim. Tren istasyonunun karşı sokağında. Hint-İtalyan lokantaları genellikle birlikte oluyor. Dana şiş ve büryan pilavı yedim. Porsiyonları büyüktü, bitiremedim. Hard rock cafe, Rossio meydanında. İç dizaynı, müzikleri ve içkileri güzel. Üst katta yemek, alt katta içki servisi yapılıyor. İstanbul’a da şube açtık dediler. İstanbul’da gitmeye fırsatım olmayabilir dedim. Şaşırdılar ve güldüler. Gerçek büyük şehir hayatını bilmiyorlar tabii. Genellikle, bir kişilik yemek, şarap yada bira, üzerine kahve içildiğinde 25-30 euro civarında. Praça do comercio’ da Bira müzesinde atıştırmalıklarla birlikte, değişik biraları tattım. 15 eoro civarında tuttu. İstanbul’a kıyasladığınızda, yediğiniz yemekler de güzel olduğundan çok pahalı değil ama euro arttıkça bize daha pahalı gelecek tabii. Ben yine de önce Yunanistan, sonra da İspanya mutfağını tercih ederim. Endülüs’te, Tarifa’da yediğim balık ve midyenin lezzetini unutamıyorum.

4- ÇEVRE GEZİLERİ: Önce metro, sonra da Cais do Sodre istasyonunundan trene binerek 30 dk içerisinde, okyanus kıyısındaki Cascais’e gidip okyanusta yüzebilirsiniz. Yol üzerinde Estoril var. İnip gezebilirsiniz. Ian Fleming, burada çok zaman geçirirmiş ve Casino Royale adlı James Bond filminin senaryosunu, buradaki Casino’dan esinlenerek yazmış. Ben direkt Cascais’e gittim. Trenden inince şöyle bir bakınıp deniz kenarına gittim. Plajda ücretli ve ücretsiz kısımlar var. Ben ücretli kısma geçtim. Şezlong ve şemsiye 14 euro ama kabin yada düzgün bir duş yok. Büyükçe bir tuvalet var. Orada giyinip soyunmak gerekiyor. Tek olduğundan önünde uzun kuyruk var. Hatta güneş çarpması nedeniyle, kuyrukta beklerken bayılan bir kıza müdahele etmem bile gerekti. Arkada yemek yenecek yada içki içilecek kafe-barlar var. Deniz oldukça soğuk, çok temiz gelmedi bana. Trenle dönerken, biraz daha ilerde daha güzel plajlar gördüm. Benim gibi hemen ilk gördüğünüze atlamayın. Rossio meydanına yakın olan tren garından ise Sintra’ya çok sık tren var. Benim vaktim kalmadığı için gidemedim. Kraliyet ailesinin yazlık şatosunun da bulunduğu, yeşillikler içinde tarihi bir bölgeymiş. Ayrıca Porto’ya gidenlerde çok övdüler. Artık bir dahaki sefere…

5- MÜZELER: Müzeler pazartesi günü kapalı. Ben Salı gününe bırakmıştım ama kuyruklar nedeniyle çoğundan geri döndüm. Aslında kültür turizmi için ilkbahar-sonbahar ayları daha uygun. Tatil sezonunda bu tür yerler çok kalabalık. Turla giderseniz sorun olmayabilir ama tek başına gittiğinizde bilet almak bir dert. Son gün sabah Gülbenkian müzesine gittim. İstanbul doğumlu, petrol milyarderi olan Caoluste Gülbenkian hakkında, internette çelişkili bilgiler var. Topladığı sanat eserlerini, ölmedem önce Türkiye’ye vermek istediği ama bürokratik işlemler nedeniyle gerçekleşmediği bilgisi yanı sıra bunun doğru olmadığını iddia edenler de var. Adına bir fon kurulmuş. Botanik bahçesi içerisinde iki müze var. Biri, kendi topladığı eserleri sergiliyor. Diğeri ise modern sanat müzesi. Marquea de Pombal meydanındaki parkın içerisinden geçerek yürüyerek ulaştım. Telefonumdaki Google map’a yükleyerek kolaylıkla budum. Görmenizi öneririm. Müzenin kütüphanesi de var. Müzenin kafeteryasında kuşların masadaki tabaklardan yemek yemesi de çok hoşuma gitti.

Genel olarak Lizbon’u çok sevdim ve görmenizi öneririm. İnsanları cana yakın ve yardımsever. Şehir çok büyük değil ve planlı. Ulaşım kolay. Kültür ve eğlence bir arada. Euro bu kadar yükselmese daha uygun olacak ama yine de çok pahalı değil. Güvenli bir şehir. Bu nedenle, benim gibi, yalnız da gidebilirsiniz. Göremediğim yerler kaldı tabii. Bu nedenle, ileride tekrar gidebilmeyi umuyorum. Sevgiler…